11 Temmuz 2024

Sığınmacılar üzerinden hayal kurmak

Bilelim ki "Esad ile el sıkışınca barış içinde geri dönecekler" iddiası bir safsata. "Zorla göndereceğiz" ise ham hayal. Göndereceksiniz de alacak olan var mı bakalım? Lübnan gönderebildi mi? Böyle beklentilerle zamanı boşa harcamak yerine yapılması gerekenler belli

CHP'den yapılan açıklamaya göre CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in, Suriye Devlet Başkanı ile görüşme talebine "olumlu cevap" geldi.

Bu "olumlu" yanıtın ne zaman sonuç doğuracağını, bir görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini söylemek güç.

Bu işlerin "akşamüstü babam size kahveye gelecek" tarzında yürümediğini de herkes biliyor olmalı.

Ancak Esad'ın, bu hareketiyle biraz da Erdoğan'ı sinirlendirme amacı güttüğüne de kuşku yok.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, daha önce Esad'ı, Erdoğan ile aynı masaya oturtabileceğini, bunun için Esad'ı ikna edebileceğini söylemişti.

Özel bunu neden yapacağını da şöyle açıklamıştı:

"Bu mesele Türkiye'nin en yakıcı sorunu, sığınmacı sorunu bizim öncelikli meselemiz."

Buradan anlıyoruz ki Türkiye ile Suriye anlaşacaklar. Suriye, göçmenlerin güvenli geri dönüşü için bazı güvenceler verecek ve sorun böylece çözüm yoluna girecek.

Gerçeklerden çok uzak, naif bir bakış açısı bu.

Suriye iç savaşı 13 milyon kişinin evini terk etmesine neden oldu.

Bunların yarısı ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı, diğer yarısı da komşu ülkelere göç etti.

Türkiye, bu göçten sayısal olarak en büyük payı aldı. Türkiye'nin üçte biri kadar göçmen de Lübnan'a sığındı. Nüfusuna oranla en yüksek göç alan ülke de Lübnan. Üçüncü sırada Ürdün geliyor, Lübnan'dakinin yarısı kadar Suriyeli sığınmacı bu ülkede.

"Göçmenleri kabul etmiyor" diye eleştirilen Avrupa'da da 1 milyon civarında Suriyeli sığınmacı var, bunların yarısı Almanya'da.

2018 yılında Esad rejiminin, iç savaşı askeri olarak kazandığı ABD tarafından da kabul edildi.

Bunun sonunda da 2019 yılında Lübnan ve Ürdün, Esad rejimi ile göçmenlerin güven içinde ülkelerine dönmelerini sağlayacak anlaşmalar imzaladı.

İlk yıl 52 bin mülteci evlerine döndü. Toplamı 1 milyon 500 bin kişiyi aşan göçmen nüfus içinde 52 bin kişi!

2020 – 2022 yıllarını kapsayan iki yıllık dönemde gönüllü olarak geri dönen mülteci sayısı 30 binde kaldı.

Savaş sürerken bile bu ülkelerden memleketine dönenlerin sayısı daha fazlaydı.

Bunun çok nedeni var. Esad rejiminin bazı göçmenleri kabul etmemesi, geri dönenlerin bir bölümünün kötü muamele ve işkenceye maruz kalması, kentlerin yıkılmış alt yapılarının yaşam koşullarını güçleştirmesi, asayişin tam olarak sağlanamaması gibi nedenler.

Bu yüzden Lübnan her yıl 15 bin mülteciyi, zorla gönderme kararı aldı. İnsan hakları savunucularının itirazlarına rağmen Lübnan ordusu zorla gönderme planını uyguluyor ancak yılda 15 bin sayısını henüz göremediler.

Onun için "Esad ile Erdoğan görüşecek, Suriyeliler barış içinde, davul zurnayla, koşarak ülkelerine geri dönecekler" gibi varsayımlar, politika yapmaktan daha çok hayal kurmak sayılmalı.

Gerçekler üzerine inşa edilmemiş her hayal çöker.

Türkiye'deki Suriyeli geçici sığınmacıların 1 milyon 300 bini 14 yaşın altında çocuk. Bunların hepsi Suriye iç savaşının başlamasından sonra dünyaya geldi. Önemli bölümünün kimliğinde "doğum yeri: Türkiye" yazılı.

Yaklaşık 850 bini de Türkiye'ye göç ettiklerinde çocuktu.

Çoğunun hatıraları arasında Suriye diye bir ülke yok.

Önemli bölümünün geri dönebilecekleri evleri, köyleri de yok.

Onun için hayaller üzerine politika yapmanın ne Türkiye'ye ne de Türkiye'nin hatasıyla evlerini, köylerini terk etmek zorunda kalan insanlara faydası var.

Bilelim ki "Esad ile el sıkışınca barış içinde geri dönecekler" iddiası bir safsata.

"Zorla göndereceğiz" ise ham hayal. Göndereceksiniz de alacak olan var mı bakalım? Lübnan gönderebildi mi?

Böyle beklentilerle zamanı boşa harcamak yerine yapılması gerekenler belli.

Okuma çağındaki bütün Suriyeli çocukların, eğitim sisteminin içine alınması ve Türkiye milli eğitiminin müfredatına göre eğitilmesi gerek.

Suriye iç savaşının tırmandırılmasında büyük rol oynayan Orta Doğu ve Avrupa ülkelerinin bu yükü paylaşmalarını sağlamak şart.

Suriyeli kadın mültecilerin haklarının korunması özellikle çocuk yaşta evliliklerin engellenmesi için özel programlar geliştirmek gerekiyor.

Her şeyden önce Türkiye'nin düzgün, başı sonu belli bir göçmen ve uyum politikasına ihtiyacı var.

Erdoğan rejimi özellikle Suriyeli ve Afgan sığınmacılara "ucuz işgücü deposu" gözüyle bakıyor.

"Ucuz iş gücü" deposunun varlığı, ülke içindeki ücretleri de aşağı çeken bir sonuç yaratır.

Bu da işini kaybeden, düşük gelir nedeniyle geçinemeyen insanları birbirine düşmanlaştırır.

Kayseri'de yaşananları "üç beş serserinin provokasyona gelmesi" diye açıklamak bugün belki iktidarın gönlünü ferahlatıyor ama bu gerçek bir alarm zilidir, uyanmaları gerek.

* * *

Kralın hediyelerini cebe indirmenin cezası

Belli ki Bolsonaro da bizimkiler gibi "nasıl olsa kimse bir şey yapamaz" diye düşünmüş, hediye edilen mücevherleri, saatleri cebe indirmiş. Brezilya'da hukuk hâlâ geçerli bir kavram olduğu için Bolsonaro bu yüzden yargılanıyor

Jair Bolsonaro

Eski Brezilya Başkanı Jair Bolsonaro, yabancı liderler tarafından verilen hediyeleri satıp, elde ettiği geliri şahsi parası gibi kullandığı için yargılanacak.

Bolsonaro'nun sattığı resmi hediyelerin tutarı 1 milyon 200 bin doları buluyormuş.

Yüksek Mahkeme, bununla ilgili 476 sayfalık federal polis raporunun yayımlanmasına izin verdi.

Bolsonaro'nun satıp parasını cebe indirdiği hediyelerin bir bölümü şunlar:

  • 20 bin dolar değerinde Chopard marka tükenmez kalem.
  • 126 bin dolardan fazla değere sahip bir çift küpe.
  • 74 bin dolar değerinde Rolex saat.

Bolsonaro, ayrıca Suudi Arabistan Kralı'nın hediye ettiği elmasları beyan etmeden zimmetine geçirmek ve vergisini de ödememekle suçlanıyor.

Bu elmas mücevherlerin değerinin 3 milyon doları bulduğu belirtiliyor.

Yine Suudi Arabistan'da hediye edilen iki saatin satışından da 70 bin dolar elde ettiği açıklandı.

Bolsonaro, mahkeme sonunda suçlu bulunursa 25 yıl hapis cezasına çarptırılabilir.

Bu haber The Guardian gazetesinde yayımlandı.

Haberi okuyunca "ne kadar ayıp, yabancı devletlerin verdiği hediyeler sanki kendi şahsına verilmiş gibi davranmış" diye aklımdan geçirdim.

Yıllarca Suudi Kralı'nın verdiği mücevherler başta olmak üzere yabancı ülke liderlerinin verdiği hediyelerin akıbetini sordum, yanıt alamadım.

Bizim kanunlarımıza göre de değeri belli bir miktarı aşan hediyelerin beyan edilmesi ve Hazine'ye devredilmesi gerekir.

Bununla ilgili yönetmeliğin 13. Maddesi şöyle:

 "3 üncü maddede belirtilen kamu görevlileri (seçimle iş başına gelenler dahil), milletlerarası protokol, mücamele veya nezaket kaideleri uyarınca veya diğer herhangi bir sebeple yabancı devletlerden, milletlerarası kuruluşlardan, sair milletlerarası hukuk tüzel kişiliklerinden, Türk uyruğunda olmayan herhangi bir gerçek veya tüzel kişi veya kuruluştan, aldıkları tarihteki değeri on aylık net asgari ücret toplamını aşan her hediye veya hibe niteliğindeki eşyayı, aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde kendi kurumlarına teslim etmek zorundadırlar."

Bizimkiler bunu hiç yapmadı.

Oysa 10 aylık net asgari ücret sınırı bile oldukça yüksekti. (Bugünkü rakamla hediye başına 170 bin 020 lira.)

Belli ki Bolsonaro da bizimkiler gibi "nasıl olsa kimse bir şey yapamaz" diye düşünmüş, hediye edilen mücevherleri, saatleri cebe indirmiş.

Brezilya'da hukuk hâlâ geçerli bir kavram olduğu için Bolsonaro bu yüzden yargılanıyor.

Bizim memlekette ise yargılamadan vazgeçtim, ayıplama ve utanma duygularımız da eski Türkiye'de kaldı.

Haram, helal meselesine ise hiç girmeyelim derim.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Müstemleke valisi mi, büyükelçi mi?

Suriye gibi ilişkilerimizi son derece hassasiyetle yürütmemiz gereken bir ülkeye meslekten bir diplomat bulunup da tayin edilememiş olması tuhaf... Türkler, Arapların ağabeyi değil. Suriye gibi yeniden ayağa kalkabilmek için yolun başında olan bir ülkeye, daha ilk günden Osmanlı güzellemeleri yapmak, akıllı bir dış politika değildir

“Şeytan” bu cinayetin neresinde?

Sinan Ateş cinayeti “ben bir suç örgütünün eseriyim” diye bağırıyor ama mahkeme heyetinin kulakları ağır işitiyor. Bir örgüt var, o maktulün “ipini çekmeye” karar veriyor ve ip çekiliyor! Hepsi biliyorlar ki bu örgüt, hapishanede yattıkları sürece onlara iyi bakacak, Yargıtay kararı bozunca da hepsi sokaklara geri dönecekler. Bunu beceremezlerse, hapishaneden firar ettiklerini duyarız

Yılbaşı kutlamaları ve “dinciler”

Rüşvet yemek, ihalelerden avanta almak, avanta kapma işine çocuklarını da karıştırmak ve nepotizm toplumumuzda kültürel ve geleneksel bir temele mi sahip ki Diyanet’in aklı sadece yılbaşında başına geliyor?

"
"